Düşünmek bir şeyleri çözmüyor aksine beynimdeki tüm düşünceleri birbirine dolayıp içinden çıkılmaz bir hale sokuyordu.Herkes nasıl bu kadar mutlu olabiliyordu.Bir insan diğer bir insanı nasıl oluyordu da bu denli mutlu edebiliyordu.Gece kadar karanlık bir kalbe ışığı tarif etmek ne kadar anlamsızdı o yüzden anlayamıyordu insanları. Sonra aynı insanlar ellerinde hançerlerle birbirlerinin yüreklerini delik deşik edebiliyorlardı. Kanlar içinde düşerken yere nasıl oluyordu da yeniden dirilebiliyorlardı başkalarının avuçlarında.Oysa tek bir an yetmişti ölmek için benim yüreğime diye düşündü.Ondan sonrası hep karanlıktı ,kara kışa teslim olmuştu buzdan şatolara kapatmıştı kendini.Ben neden böyleydim.İçimde çözemediğim kocaman bir dünya var.Ama anlamak istiyordum tüm bu anlamsızlıkları.Aşk ve insan birbirine ezelden beri düşman sanki.Ölümüne bir savaş var meydanlarda.Sonsuzluğa mahkum iki düşman ...
Zaman sürükleyerek eskitiyordu anıları ,tüm o acıları ..Unutkan yürekler nasıl da hevesli yeniden kanırtmak için tüm yaralarını.
Bir insanın yüzü dönüyordu kafatasımın içinde yine tüm kemiklerime vura vura .Tüm acıya rağmen yüzümde sahte bir gülümsemeyle karışıyordum kalabalıklara.Soğuk taştan binalarda bir bilgisayarın başında ömrümü çürütüyordum hiçbir acı duymuyormuş gibi yaparak.Belki de herkesin kemiklerini tuzla buz eden yüzleri vardı gülen maskelerinin altına sakladıkları.
Pencerenin önünde oturmuş bomboş dünyasını seyrederken birbirinden anlamsız bu düşünceler geçip gidiyordu aklındansürekli olarak .Çok yoruldum inan aşk belki de savaşmamak lazım seninle teslim olmak aceleci vücutlarda terleyerek atmak lazım seni damla damla sonrası umutsuzluk..
Bir gün ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye sormuşlar...
YanıtlaSilBakın göstereyim demiş, ermiş. Önce "Sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak" onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karsısındakine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan...
"İşte" demiş ermiş, "Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da doyurulacaktır şüphesiz. Ve şunu da unutmayın, gerçek sevgi pazarında alan değil, veren kazançtadır daima."