20 Kasım 2014 Perşembe

Kurumsal şirketler ve kuklalar

Kurumsal bir şirkette çalışıyorsanız ne demek istediğimi çok iyi anlamışsınızdır. Bir şirket cansızdır elbette tek başına düşünülünce  nefes almaz  ,düşünemez  vs  yani canlılık belirtisi gösteremez. Bir şirketi canlandıran içindeki insanlardır. Özellikle kurumsal bir şirkette  çalışıyorsanız oradaki insanların ''kariyer'' adını verdikleri şey için  nasıl da birbirlerini ezdiğini çok daha net görürsünüz. Doğadaki vahşi hayvanları bile bu durum için  örnek veremem. Çünkü en vahşi hayvan bile yaşamasını sağlayacak besin miktarı kadar avlanır  ama insan maalesef öyle değil. Sadece iş hayatında değil yaşamının her alanında en vahşi hayvandan bile daha korkunçtır. İnsan denilen tür,  Ay gibi 2 yüzlüdür. Size göstermediği bir yüzü muhakkak vardır. Ve içinde doymak nedir bilmeyen bir açlık vardır.
Şirket sizinle dalga geçer. Güler , eğlenir sizinle. Bunun için en çok kullandığı materyal ;şirket içinde yapılan organizasyonlardır. Kemik gibi önünüze atarlar bunu .Sonra aç hayvanlar gibi o kemik için birbirinizi parçalamanızı isterler bundan büyük keyif  duyarlar. Böyle bir organizasyonun içinde herkes bulunmuştur elbette. Sizden her gün konuştuğun,sigara içtiğin,yemeğe gittiğin,belki dışarıda iki tek attığın arkadaşını öldürmeni bekler.Ve böyle bir organizasyonda öldürürsen'' güçlüsün sen kazandın'' diye sırtını sıvazlar. Aynaya baktığında gördüğün yüzden utanmaz hale gelirsin ve artık kurumsal şirketin'' kurumsal kuklası'' olmuşsundur.
Duygusuz,bencil kazandığı üç kuruşu da kaybetmemek için kendi benliğini hiçe sayan zavallı kuklalarız işin özeti . Sömürülüyoruz.Buna izin veriyoruz. Mutluyuz...

16 Kasım 2014 Pazar

Bu dünyada bir şey olmak istiyordu ama ne istediğini bilemiyordu.Birini sevmek istiyordu ama kimi seveceğini bilemiyordu tıpkı kime kendini sevdireceğini bilememesi gibi.. Bu dünyada tek bildiği hiçbir şey bilmediğiydi.sokrates , 'kendini bil'diyordu .evreni çözmeye çalışmak yerine önce insan kendini çözebilmeli,kendini bilmeli diyordu. Ama insan da evrene dahil evrenin gizemlerinden biri sadece..

26 Ekim 2014 Pazar

Yaşadığımız hayatlar, önyargılar, iyinin kötüyle savaşı hep kötülüğün kazanması iyiliğin o acınası ''bir gün mutlaka''  umutları ... Tüm bunlar yormuyor mu seni? Ben çok yorgunum tüm yarım kalanlardan, yaşanıp bitenlerden o aptalca gülümseyen kadınlardan o kadınları becermeye çalışan erkeklerden.

Sabahın köründe uyanıp akşam vakti eve dönmemiz ve bir gün ölmemiz üzerine kurulu bu hayattan ve hiçbir şey yapamamaktan sıkılmadın mı?
Sıkıldım... Sıradanlığımla öldürüyorum aslında kendimi yavaş yavaş zehirliyorum .Hızlı bir ölüm olsun istemiyorum tadına vara vara ölmek istiyorum ondan. Çünkü hayattan zevk alamıyorum bari ölümümden keyif alayım.

Her sabah uyandığımda aynı yüzler aynı şeyler beni bekliyordu uyanmayıp ölsem belki daha mutlu olurdum. Ama yaşamak için programlanmış bir bedenle ölmek çok zordu. İntihar edenlere şaşırıyordum bu hayatta kalmaya programlanmış makineyi nasıl da alt edip kendini ölümün kollarına bırakabiliyorlardı.


Aslında ölümden sonraki derin sessizlik o bilinmezlik korkutucu geliyor çoğu zaman da.Öyle zamanlarda sanki yaşamak güzel geliyordu en azından ertesi gün neler olacağını tahmin edebiliyordun. Nefes alıyordun ve toprağın altında gözünden solucanlar çıkmıyordu .

Böyle zamanlarda en sevdiğim şarkıyı son ses açar gözlerimi kapatıp evrenin notalardan meydana geldiğini düşünürdüm.Koskoca evrende  Dünyanın nasıl  sesler çıkardığını merak ederdim..



Yeterince uzun zaman harcadıysanız yeryüzünde insanlar korkutucu gelir  hatta içinde tuttuğun ruh bile.''İnsanlar ve ölüm ' 'işte bunlar hakkında asla yeterince bilgi sahibi olamazsın. İnsanlar beni artık yanıltamıyordu çünkü gözlerine dikkatle bakarsanız; gözbebeklerindeki o karanlığın içinde hapsedilmiş ruhu görebiliyordunuz.Bütün insanlar kötüdür demiyorum ama hepsinin simsiyah gözbebekleri vardır.


Bir de otomatikleşmiş hayatları..

 Örneğin;Yaptıkları işleri ,arabalarını,kıyafetlerini,evlerini öyle çok önemsiyorlardı ki yaşamak meselesi umurlarında değildi sanki.Aldıkları her nefeste hep daha iyi bir ev ,bir üst model araba,son model cep telefonu falan almak için nasıl da durmadan dinlenmeden çevrelerine bakmadan neden diye sormadan durmadan çalışıyorladı.Sırtımızda görünmez bir kırbaç sürekli şaklıyordu;  hep  daha iyisi en iyisi diyordu bir ses .Sonra bir gün bacakların artık eskisi gibi hızlı koşmamaya ,nefesin o kadar kuvvetli gelmemeye başlıyordu o zaman bir yatağa uzanıp bekliyordun  sadece bekliyordun.

Bir de kadınlar ve erkekler diye  ikiye ayrılıyordun ki .İşte eğlence o zaman başlıyordu. İkisi de birbirlerini asla anlamadıklarını idda ediyorlardı ama hep birlikte yaşamaya mahkumdular. Birleşip insanoğlunu  yeryüzünde tutmaya mahkumdular.İkisini de suçlayamam çünkü gerçekten anlayamıyorlardı birbirlerini . Ama bunun sebebi farklı cinsiyetten olmaları değildi. İnsanın kendi özüydü. Ne istediklerini bilmiyorlardı,kendilerine öğretilmiş tüm kuralları ezberlemeye çalışırken birbirlerini ezip geçiyorlardı sadece.Bozuk para gibi harcıyorlardı birbirlerini tıpkı hayatlarını harcadıkları gibi.

Aşk var mıydı gerçekten ve aşk adına çekilen acılar gerçek miydi? Hani aldığın her nefesin iç organlarını kavurduğunu hissettiğin o anlarda gerçekten hissediyor muydun bu acıyı yoksa bu da mı öğretilmişti sana. Yaşamak da aşk da öğretiliyordu işte ..Bir kadına bir erkeği nasıl peşinde koşturacağı ve bir erkeğin bir kadının peşinde nasıl koşacağı ve bunlar için gerekli tüm kurallar...Tüm bunlar bir tek bana mı saçma geliyordu bir tek ben mi anlayamıyordum? Kalın kafalı biri olmalıydım..Hiçbir kurala uymuyordum zaten çoğunu da anlayamıyordum. Kurallara uyanlar kazanıyordu o gülümsemeyi bilen kur yapan kadınlar ve o kadınları beceren erkekler hepsi kazanıyordu işte bir şekilde ..Ve aşkı böyle yaşıyorlardı kazanıyorlardı işte kendilerince ..
Çok çalışıp hiç düşünmeden yaşayanlar da kazanıyordu. Kurallar önemliydi bu oyunda ..O yüzden öğrenmen gerekiyor ..
Doğduğun andan itibaren sana öğretilenlerle yaşıyorsun ve aşık oluyorsun ya da olmuyorsun ama muhakkak ölüyorsun... Ve bu sürede nasıl yaşadığın;  kuralları ne kadar doğru uygulandığınla ilgili..
İşte bütün mesele bu...


Fırat KAYIMTU


7 Ekim 2014 Salı

Ölümsüz değiliz ama ölümü görmezden geliyoruz. Ölüm çevremizde dolanırken biz umursamadan yaşıyoruz. Çevremizdeki insanlar teker teker ölüme yenilirken biz unutuyoruz sadece unutuyoruz. Yokluğuna dayanamayacağını zannettiğin insan bile gittiğinde onun bıraktığı yokluğu da unutuyoruz. Zaman bizi öğütüyor ,yok ediyor ve biz de gün geliyor unutulup gidiyoruz.
Doğan her şey ölür ve unutulur doğanın kanunu bu.
Arjantinli yazar Julio Cortazar 'ın da dediği gibi; Unutmak, belki de insanın akıl sağlığı için bir gereksinmedir ama aynı zamanda gerçeğin alçakça çarpıtılmasıdır.
Peki gerçekler nedir?
Yaşadığımız dünya ,evren hangi gerçekliği çarpıtıyor ?
Hiç düşünmeden yaşamak ,aşık olmak,nefret etmek,savaşmak,sevişmek,iyi insanlar,kötü insanlar,kadınlar ,erkekler,ihanetler,sevmeler,sevilmeler  tüm bunlara hayat diyoruz.Yaşarken her geçen gün ölüyoruz.Sokaklar,duvarlar,yüzler eskiyor.İçimizde bitmek bilmeyen bir ateşle etlerimizi dağlıyoruz.Kazananlar kaybedenler oluyor.
Kırmızı dudaklı orospular ,içindeki orospuyla yaşayan erkekler işte en çok onlar kazanıyor.Orospular dostum onlar düşünmeden unutuyorlar.Sadece gülüyorlar .Duvarlarda gölgeleri kırılıyor umusamıyorlar. Akıllarını hiç kaybetmiyorlar.Sadece konuşuyorlar.Yalanlar söyleniyor.Kelimeleri hor kullanıyorlar ama mutlular.Bir tek onlar gülüyor.Çünkü kırmızıyı seviyorlar,beyazın masumiyetini kırmızıya boyuyorlar.

Evren genişliyor yavaş yavaş gezegenler birbirlerinden uzaklaşıyor zaman gittikçe hızlanıyor.Tüm bu pisliği öğütmek ve sonra hepimizi karanlığa tükürmek için .Ama orospular dostum onlar aynada çürümüş dudaklarını kırmızıya boyarken hiç umursamıyorlar ,unutuyorlar sadece kazanıyorlar ve gülümsüyorlar..


Yazan:fırat kayımtu

3 Ekim 2014 Cuma

Tanrı ,'ışık olsun ' dedi ve evreni yarattı.Evren içinde yaşamı var etmek için öyle ince matematikle  yaratılmıştı ki biz insanların var olmasının ciddi bir sebebi olmalı diyorsun. Bizim buradaki rolümüz nedir? Bizlerden ne yapmamız bekleniyor?
Yıllardır kafamı kurcalayan bir soru bu.Hatta çocukken bile yere yatıp gökyüzünü seyrederken neden bu dünyada olduğumu düşünürdüm.Bu dünya neden vardı? Benden ne yapmam bekleniyordu?
Üzerinden yıllar geçti cevabı hala bulabilmiş değilim. Büyürken çevremdeki insanların hep aynı şeyleri yaptığını görüyordum.Okullara ya da işlere gidiyorlar,evleniyorlar ,çocukları,evleri arabaları,ayakkabıları bir yığın ıvır zıvırları oluyor,tüm bunlar için deli gibi çalışıyor  emekli falan oluyorlar sonra da ölüp gidiyorlar.
Yani tüm bu büyük patlama hayatın var olması için yaratılan güneş sistemi,yıldızlar falan biz hep aynı şeyleri yapıp sonra da geberip gitmemiz için yaratılmıştı öyle mi?

öyle mi lan gerçekten


24 Eylül 2014 Çarşamba

Zamanla geçer belki aslında  her şey geçer
Trenler  ,arabalar ,anılar,ömürler  geçer
Dudakların mırıldanır küfürleri sıra sıra
İçin kurur ama istemezsin tek bir damla

Koşarsan belki ruhun yetişemez bedenine
Umutla daha hızlı koşarsın ama  nafile
Ölüm seni söküp atmadan kurtulamazsın
Bu boktan dünyadan

Dururken hayatın  ortasında sessizce
Anlasın istersin tüm dünya seni
Konuşmadan mümkün değil mi anlatmak
İlla süslü cümleler yalan gülmeler mi gerek

Gülüp geçiyorum açık denizlerden
Sikip atıyorum tüm yalanlarınızı çöp kutularına
Sidik kokulu dar sokaklarınızda aldırmadan yürüyorum
Zamanla geçer belki diyorum
Geçer misiniz lütfen...

Fırat Kayımtu

20 Eylül 2014 Cumartesi

Bitmeyen aşklar  var mıydı yoksa kavuşunca sıradanlaşıyor muydu tüm aşklar.Pamuk prensesi öpen prens sonrasında başka dudakları da yardım için öpmüş müydü ?Peki ya kül kedisini canla başla  arayan  bir başka prens yine koşuyor muydu kendinden kaçan kadınların peşinden. Kaçan mı kovalanıyordu yoksa kovalayandan mı kaçılıyordu.İşte muammalarla dolu  insanlar ve aşkları ..

Masallar bile hep kavuşunca bitiyor .Sonrasında olacaklar hakkında sonsuza kadar mutlu yaşadılar diye düşünmemiz isteniyor ama sonsuza kadar nasıl mutlu yaşanır onu anlatmıyorlar.

 Hem iki insan neden sonsuza kadar mutlu olamıyor ki  sanki. Seviyorum kelimesi ne kadar lanet bir kelime oluyor aşka karışınca oysa sevmek sonsuz bir eylemi barındırır içinde.

İnsanların aşkı anlama çabası çok eskilere dayanıyor aslında.Örneğin;Yunan mitolojisine göre insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzü olan bir kafa ile yaratılmıştır. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırır ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum eder. İnsanlar belki de bu yüzden sürekli arayış içindeler. Diğer yarılarını asla bulamadan ölmekten korkuyorlar.

Bu telaş ve koşuşturma içinde birbirimizin yarılarını da çok hor kullanıyoruz.İki yarım bir tam etmiyor belki de tam olmak nedir hiç bilmediğimizden asla tamamlanamıyoruz...

Tüm bu koşturmanın içinde yarım ekmek döner oluyoruz hazmedilip gidiyoruz asit dolu midelerde


Fırat Kayımtu

10 Eylül 2014 Çarşamba

Çok özledim oğlum seni.

Uzun tren yolculuklarında gözlerimden geçen kır çiçeklerinin kokusu gibi kaldı kokun penceremde
İnce belli bardak nasıl özlediyse  buz gibi soğuk sabahları öyle özledim be oğlum seni
Bir elmanın yarısı değildik belki ama kırık bir aynada bir bütün oluyorduk
Geceye tüneyen baykuş gibi bekliyorum dönüşünü çok özledim oğlum seni


Bu sıralar suskun özlemlerim var azgın nehirlerde sürüklenen
Bitmeyen kavgalarım var duvarlarda biriken
Bilinmezliklerim var sensizliğin boşluklarında
Çok özledim oğlum seni


Sen hiç kanının sıcaklığını içinde hissettin mi?
Kanın hiç damarlarını yaktı mı?
Sen bu satırları hiç okuma diye yazarken
İç kanama geçiriyorum sanki oğlum

Zamanın keskin dişlerinde can veriyor düşlerim
Kainat  genişlerken her geçen gün
Ve ölüme yaklaşırken adım adım
Çok özlüyorum oğlum seni..



Yazan :Fırat KAYIMTU





23 Ağustos 2014 Cumartesi

Geçmişin tozlu sayfaları arasında kalmış kir pas içindeki anılarım
Fotoğraflardaki onlarca kadın yüzü kimisinin  ellerinde çiçekler
Hiç sevemedim  demetlenmiş çiçekleri onlar gibi
Ben çiçeklerin içinde koşmayı sevdim
O yüzden sevdiğim adamlar süslü çiçeklerle bana hakaret etmediler hiç


Anımsıyorum da sevdiğim erkeklerin gözbebeklerinde yokluk vardı çoğu zaman
Yokluk yutuyordu beni sonra tükürüyordu insafsızca ortalığa
İnce ince sızıyordu iç kanama geçirip iflas ediyordu inançlarım
Oyun alanlarına ait değildim ama çocukken severdim aslında
Bir sirk ucubesi gibi kalakalmıştım hokkabazların içinde

Umutlarımın kanatları yanıyordu her zirveye çıkışımda
 Ardından dağılan kemiklerimi topluyordum yılmadan
Zor zamanlardı o zamanlar
Şimdi gölgem bile eğri büğrüyse  bakamıyorsam gözlere
Hep o zamanlardaki yokluktan ...


Fırat KAYIMTU





16 Ağustos 2014 Cumartesi

Bu ülkede kadın olmak gittikçe zorlaşıyor. Erkeklerin kadınlar üzerinde sürekli baskı kurmaya çalışması,onları aşağılaması,kendilerinden utandırıp,kendi ahlaksızlıkları yüzünden kadınları suçlamalarından ve ''kadınlar ! tecavüze uğramak istemiyorsanız kapanmanız şart!!'' diye düşünen sapkın zihniyetli erkeklerden bıktım artık.
Erkek egemen toplumların yıllardır kadını, farklı toplum ve dinlerde sürekli zaptedilmesi gereken ahlaksız bir cinsiyetmiş gibi aşağılaması aklıma tek bir soruyu getiriyor. Erkekler kadınlardan korkuyor mu?
Sanki kadını sürekli aşağılayarak örtülere  sarıp sarmalamaya çalışarak kendinden utanmasını sağlayarak ,döverek,hatta öldürerek bu korkularından kurtulmaya çalışıyorlar.
Hükümetler bile kadından korkuyor olmalı ki sürekli kadınların namusuyla,kaç çocuk doğurmasıyla ,saçıyla başıyla bu kadar uğraşıyor. En son kadınların kahkaha atmasını eleştirip gülmesinden bile rahatsız olan bu erkek zihniyetleri,  bahane olarak namusu öne sürüyorlar  yine. Namus sadece kadında olmalı sanki. Bu namus kadının saçında, gözünde,kalçalarında,göğüslerinde,bacak arasında hatta kahkasında ..Kadının vücuduna  eşit oranda dağılmış gibi sanki. Erkeğin neresinde diye soracak olursanız.Erkeğin ne aklında,ne kalbinde,ne gözünde kaşında ne de bacak arasında ..Erkeğin ruhunda da vücudunda da tek bir namus belirtisi olduğu düşünülmüyor sanırım. Sadece kadında var bu namus.Ve bu namusu korumanın en etkili yolu kadını öldürmekmiş gibi her geçen gün kadın cinayetleri artmakta.
 ''Namusu taşıyan olmazsa korumaya da gerek kalmaz .''
Peki kadının namusunu kimden korur bu erkekler? Hayvanlardan mı?Bitkilerden mi yoksa uzaylılardan mı?
Erkek kadına yüklediği bu namusu yine erkekten korumak için kadını kapatır,hapseder ve gerektiğinde kadını öldürür. Erkeğin kendiyle savaşında yenilen kadın olur.Burada çok büyük bir paradoks yok mu?
Fransız psikiyatr Jean Cournut kitabında ;''Aslında erkekler kadınlardan, gerçekten neden korktuklarını bilmedikleri için korkarlar''demiştir.
Cournut, şöyle diyor: ‘Dünyada sağduyudan daha fazla ve en iyi paylaştırılmış şey cinsiyet farklılığıdır. Bu farklılık erkeklerin tarih boyunca kadına hükmetmesine neden olur.
Eski Yunan'da, yani Atina'da kadın yoktur, kadın yurttaş kabul edilmez. Ama muzaffer erkek kahraman Herakles kendi içinde kadınlığın da olduğunun farkına varır. Kraliçe Omphale'nin dizlerinin dibinde iplik büker, onun entarisini giyer ve Nessos'un gömleğini sırtına geçirdiğinde 'bir kadın olarak acı çeker.Erkekler Herakles'in acılı kadınlığından korkar..

Belkide içlerindeki annelerinden aldıkları X kromozomundan korkuyorlardır bilemiyorum.
Kadın ve erkeği ayıran kromozomlar nasıl oluyor da erkeğin içinde böylesi bir karmaşaya yol açıyor. Zekayı X kromozomunun  taşıdığını biliyoruz.Bu X kromozomu anneden çocuğa geçiyor.

Peki Y kromozomu? Babadan oğula neredeyse değismez bir şekilde aktarılıyormuş.Yapılan arastırmalara göre su an yeryüzünde yasayan tüm erkeklerin Y kromozomları 50.000-60.000 yıl önce yasayan atalarının Y kromozomuyla %99,99’dan daha fazla bir benzerlik taşıyormuş.. Belki de tüm suçlu mağara adamının hiç değişmeden bugüne kadar gelmiş olan  Y kromozomudur. Bazı erkeklerin içinde tutamadıkları bu ilk insan yüzünden kadına bu kadar hiddetlidirler. Ah  bu kromozomlar kromozomlar ... Hızlı hızlı tekrarlayalım ..
Bilim adamı değilim ,bütün erkekler aynı diye bir genelleme de yapamam sadece
 yüzyıllardır kadınlara yapılan eziyetlerin sebebini  anlamaya çalışıyorum.

Tarihe  baktığımızda kadın erkek ayrımcılığı dinlerdeki olumsuz inanç ve hükümlerle meşruluk kazanarak giderek arttığını görüyoruz.Köleci toplumla ve tek tanrılı dinlerle birlikte kadın ezilen, sömürülen bir meta haline geldi. Çok tanrılı dinlerde tanrıça ve kraliçe konumunu koruyan kadın, tek tanrılı dinlere geçişte tanrıların erkekleştirilmesiyle bu konumunu da kaybetti.
Mitolojilerin bazılarında da kadınların her türlü kötülüğün kaynağı ve sebebi olduğu ifadelerine çok sık rastlarız.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Yahudi Mitolojisinde bahsi geçen  Lilith'dir.Lilith , Adem’le birlikte yaratılan ilk kadındır ve Adem’in eşidir. Ama Adem’le anlaşamaz, sürekli tartışır, çekişir. Adem’e tabi olmayı reddeder. Ve dünyaya kovulur. Cinlerin kralı şeytan Şamael’le tanışır. Onunla beraber olur. Artık Lilith’in adı “Dişi şeytan” dır ve kadın şeytana dönüşmüştür. Ademoğullarının düşmanı ve bebeklerin katili olmuştur.
Lilith İbranice'de "geceye ait olan" anlamına geliyor. Adından da anlaşılacağı üzere, çağlar boyu kadınlara yakıştırılabilecek bütün olumsuz özelliklerin taşıyıcısı olmuş.Baştan çıkarıcı, fahişe, cadı, vampir, cinlerin başı, gece canavarı onun ünvanlarından bazıları. Saf, edilgen cinselliği ancak yasak meyveyi tadınca öğrenen Havva'nın tersine, başından itibaren gücünün ve cinselliğinin bilincindedir ve yeri gelince kullanmaktan da çekinmez.
Kendi başına buyruk, zapt edilemez, denetlenemez olduğundan, özellikle tek tanrılı din adamlarının sürekli baskı altına almaya çalıştıkları bir kadın örneği, erkeğin kadına ve cinselliğe duyduğu korkunun bir simgesi aslında. Dolayısıyla ölümlü insanların arasında yeri yoktur. Yeri; bilinmeyen, açıklanmayan kötülüklerin geldiği karanlık güçlerin dünyasıdır.
İyi ile kötüyü ayırt etmeyi sağlayan ağacın yasak meyvesinden yemediği için ölümsüz kalmış, cennetin yakınlarındaki bir dağ geçidinde şeytanlarla birleşerek Şeytan'dan "Lilim" adı verilen çocuklar doğurmuştur. 
Adem'le eşit olduğunu söyleyip bunda ısrar ettiğinden, asağılanan ve yüzyıllardır hakkında ileri geri konuşulan güzel kadın. Efsaneye göre sonrasında zaten itaatkar Havva yaratılmıştır..

Bu efsanede anlatılmak istenen şey;Eğer erkeklerle eşit olduğunuzu düşünürseniz şeytana uyarsınız,şeytanlaşırsınız , erkeğe itaat edin yoksa cehenneme gidersiniz..

 Günümüzde kadın artık eskisi gibi cahil değil,modern hayatla beraber her alanda erkek kadar güçlü ve zeki olduğunu kanıtlamış durumda. Bunu görmek şaşırtıcı değil elbette.Eskiden kadınlar eğitimsizdi bir de buna kas sisteminin zayıflığı eklenince erkeklerin kadınları korkutup sindirmesi elbette çok kolaydı..Allah insanı yaratırken erkeği kadından niye üstün yaratsın ki veya kadını erkekten.Kadına kötü ve dizginlenmesi gereken o yüzden sıkıca kapatıp evden çıkmamalı diye düşünen zihniyetlere bir kadın olarak şöyle diyebilirim; Erkekler olmasa insan tecavüze uğramaz evet insan diyorum hatta hayvanları da katabilirim çünkü sapkın bir erkek;kadın,erkek,hayvan ayırmaksızın içindeki açlığı bastırmak için ne gerekiyorsa yapabilir. O yüzden kadını eve kapatmak hiçbir zaman çözüm olmaz .Belki de erkek kadından bu yüzden korkuyor.Kendi zayıflığının sebebini kadına yüklüyor. Kadını suçlayıp yaptığı herşeyden sıyrılmak daha kolay geliyor.Görüyorsunuz ki erkeği yerden yere vurmak da çok kolay o yüzden içimizde yaşattığımız her kötülük veya iyilik için karşımızdakini değil kendimizi suçlamalıyız.Ve daha iyi nasıl olabilirim diye düşünmeliyiz.
Böylece kadını kullanarak siyaset yapmaya çalışan ve sürekli dinden bahsedip yapmak istedikleri zulümleri Allah istiyormuş gibi göstermeye çalışan bu kadın düşmanlarına KAPATIN O KOCA AĞZINIZI diyebilmeliyiz.

İnsan ikiye ayrılır kadın ve erkek.İnsanın neslinin devamı bu iki cinse bağlıdır.Bunu unutmayın ve erkek çocuklarınızı ahlaklı yetiştirin ki kadınların cinsel bir obje olmadığını kendi gibi bir insan olduğunun farkına varsın.Kadını erkekten ayırmak isteyen böylece içlerindeki kötülüğü dindirebileceğini sanan bu erkeklere karşı durabilen kadınlar olmalıyız.En büyük görev yine kadınlara düşüyor.Kadın kapatılması gereken bir canlı değil lütfen artık bunu bir hakmış gibi istemeyi bırakın. Erkeklere neden bizden bu kadar korkuyorsunuz diye sormalısınız..

FIRAT KAYIMTU

20 Nisan 2014 Pazar

Bir masaya ilişmiş iki kişiydik
Uzun bir bekleyişin ardından bir çırpıda içtiğimiz özlemlerimizle sarhoştuk
Bir masaya ilişmiş iki yürektik biz.
Taşıdığı hasretlerin  altında ezilmiş biçimsiz yüreklerdik.



Sigara dumanının altında yanan teninin kokusuyla temizledim o anda geçmişi
Zaman dursa dedim içimden seni kaybetmesem artık yarınlarımda
Seviyordum ama içimden ,belli etmeden ,usulca
Ardı ardına sıraladığım onca kelime, anlamlı bir cümle olmadan havaya karışıyordu.
Oysa söylemek istediğim sadece iki kelimeydi
Seni seviyorum
Belki de üç
Seni çok seviyorum


fırat kayımtu

18 Nisan 2014 Cuma

Ne zaman bırakacağını bilmeli insan...
Gökyüzü karanlığa büründüğünde ya da
Yollar bataklığa dönüşüp seni yutmaya başladığında
Cezvedeki kahve taştığında
Bırakıp gitmeli tüm hikayeyi

İnsanlık ,akbaba gibi etrafında dönüp dururken
Uzattıkları yardım elleri etinden et koparırken
Masumiyetin karanlık yüzü sana gülümserken
Bırakıp gitmeli tüm o kalabalığı

Aşk,kalbini zehirlemeye başlamışken
Yağan yağmurlar göz çukurlarını doldururken
Ve son umudunu da yiyip bitirmişken
Bırakıp gitmeli tüm o şamatayı

Yaşamak acı veriyorsa
Doğan güneş yakıyorsa tenini
Bozuk para gibi harcıyorsan düşlerini
Daha fazla beklemeden çarpıp kapıyı gidebilmeli insan


FIRAT KAYIMTU

15 Mart 2014 Cumartesi

Doğup büyüdüğüm topraklar artık bana çok yabancı.İnsanlar hele ! bu dünyaya ait bile değilmiş gibi. Tanımlanamayan varlıklarla çevrilmiş dört bir yanım. Hangi yöne dönsem hep aynı yabancılık hissi.
Meydanlarda kindar bir insan kusuyor tüm nefretini kalabalığa.Kalabalık kör ,sağır ,dilsiz. Büyülenmiş gibi hayır aslında beyinleri alınmış gibi sadece kendisinden istenileni yapıyor.Okumuyor asla çünkü okursa bilecek tüm gerçekleri .İzlemiyor çevresini çünkü görecek tüm olan biteni. Zihinleri boş bir zindan olmuş tutsak etmiş yüreklerini.
Kindar adam ölüm saçıyor topraklarıma.Toprakla dolduruyor özgürlüğümü.
Tüm bencilliğiyle düşmanlarla dolduruyor aynalarımızı.Nereye dönsem hep aynı boş gözler ,dimağı boş yüzler .
Tabutlar yükselirken omuzlarda vicdan, kapatıyor kapılarını.Paramparça oluyoruz nihayet..
Doymak nedir bilmeyen kocaman bir ağızın içinde öğütülüyoruz yavaş yavaş.İçinde dinmek bilmeyen bir iştah var ve asla durmayacak bizi tamamen yiyip bitirmeden.
Korkuyorum artık sokaklarımın  ölgün ışıklarından. Feri kaçmış güneşimin.Aydınlatmıyor artık penceremi.Manzaram hep kış.Üşüyorum insanların cehaletinden.

Artık bir son vermeli korkulara,özgürlümü avuçlayan elleri kırmalı ve topraklarıma bahar gelmeli yeniden.

12 Mart 2014 Çarşamba

Bir çocuğun gözleri kapanıyor, yüreklerde zaman duruyor sanki.

Tuhaf şeyler oluyor ülkede. Televizyondaki haberleri seyrederken sanki büyülenmiş gibi hiç şaşırmıyor insanlar.Şaşırılması gereken o kadar tuhaf olaylar olurken diğer kanala geçebiliyor,uyuyabiliyor,sabah olunca yine hiç şaşırmadan işe gidebiliyorlar. öğle tatillerinde ,kısa molalarda ,internette bir haber gördüğünde yanındaki arkadaşına dönüp okudun mu bak yine ne demişler, ya da ne olmuş deyip biraz şaşırır gibi yapıyor,gözlerini  kocaman açıp bu kadar da olmaz gibi bir şeyler deyip sonra yine işlerine  bakıyorlar.Zamanın geçmesini bekliyorlar,zaman ilerliyor sessizce duvardaki saatlerde .
Tuhaf şeyler oluyor insanlar arasında.Kapı komşun bile düşmanın haline gelebiliyor veya çocukluk arkadaşını silebiliyorsun bir anda hayatından.Tahammülsüzlük yüreğine oturmuş lanetler yağdırıyor dört bir yanına. Dört bir yanın duvar oluyor kapanıyor gözlerine.

Düşman sinsice ilerliyor damarlarımızda.Her gün daha fazla kana bulanıyor içimizde.Bir çocuğun gözleri kapanıyor, yüreklerde zaman duruyor sanki.
.

Oysa zaman bizi duvardan duvara çarpıyor kemiklerimizi kırarken  en ufa bir acı bile duymuyoruz. Düşünmeyi bıraktığımızdan beri..








25 Ocak 2014 Cumartesi

Çok uzun zaman oldu sana yazmayalı
Aynalardan çok yüzler geçti yokluğunda
Anıları özenle katlayıp koydum kuytulara
Kuytular yosun tuttu hırçın dalgalarla

Hiç gitmediğim bir şehrin,hiç görmediğim kaldırımlarında yürürken sen
Tekrar tekrar yaşıyorum ayrılıkları
Kokun terketmişken şehri
Tüm yaşadıklarımı silip tekrar yaşıyorum

Hayat tekrarlardan ibraret zaten
Her gün yeniden aşık oluyor,sonra yeniden unutuyorum
Her gece ölüp her sabah yeniden uyanıyorum
Sadece zamanı dolduruyorum bir gün bitecek biliyorum..




Fırat kayımtu