24 Eylül 2014 Çarşamba

Zamanla geçer belki aslında  her şey geçer
Trenler  ,arabalar ,anılar,ömürler  geçer
Dudakların mırıldanır küfürleri sıra sıra
İçin kurur ama istemezsin tek bir damla

Koşarsan belki ruhun yetişemez bedenine
Umutla daha hızlı koşarsın ama  nafile
Ölüm seni söküp atmadan kurtulamazsın
Bu boktan dünyadan

Dururken hayatın  ortasında sessizce
Anlasın istersin tüm dünya seni
Konuşmadan mümkün değil mi anlatmak
İlla süslü cümleler yalan gülmeler mi gerek

Gülüp geçiyorum açık denizlerden
Sikip atıyorum tüm yalanlarınızı çöp kutularına
Sidik kokulu dar sokaklarınızda aldırmadan yürüyorum
Zamanla geçer belki diyorum
Geçer misiniz lütfen...

Fırat Kayımtu

20 Eylül 2014 Cumartesi

Bitmeyen aşklar  var mıydı yoksa kavuşunca sıradanlaşıyor muydu tüm aşklar.Pamuk prensesi öpen prens sonrasında başka dudakları da yardım için öpmüş müydü ?Peki ya kül kedisini canla başla  arayan  bir başka prens yine koşuyor muydu kendinden kaçan kadınların peşinden. Kaçan mı kovalanıyordu yoksa kovalayandan mı kaçılıyordu.İşte muammalarla dolu  insanlar ve aşkları ..

Masallar bile hep kavuşunca bitiyor .Sonrasında olacaklar hakkında sonsuza kadar mutlu yaşadılar diye düşünmemiz isteniyor ama sonsuza kadar nasıl mutlu yaşanır onu anlatmıyorlar.

 Hem iki insan neden sonsuza kadar mutlu olamıyor ki  sanki. Seviyorum kelimesi ne kadar lanet bir kelime oluyor aşka karışınca oysa sevmek sonsuz bir eylemi barındırır içinde.

İnsanların aşkı anlama çabası çok eskilere dayanıyor aslında.Örneğin;Yunan mitolojisine göre insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzü olan bir kafa ile yaratılmıştır. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırır ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum eder. İnsanlar belki de bu yüzden sürekli arayış içindeler. Diğer yarılarını asla bulamadan ölmekten korkuyorlar.

Bu telaş ve koşuşturma içinde birbirimizin yarılarını da çok hor kullanıyoruz.İki yarım bir tam etmiyor belki de tam olmak nedir hiç bilmediğimizden asla tamamlanamıyoruz...

Tüm bu koşturmanın içinde yarım ekmek döner oluyoruz hazmedilip gidiyoruz asit dolu midelerde


Fırat Kayımtu

10 Eylül 2014 Çarşamba

Çok özledim oğlum seni.

Uzun tren yolculuklarında gözlerimden geçen kır çiçeklerinin kokusu gibi kaldı kokun penceremde
İnce belli bardak nasıl özlediyse  buz gibi soğuk sabahları öyle özledim be oğlum seni
Bir elmanın yarısı değildik belki ama kırık bir aynada bir bütün oluyorduk
Geceye tüneyen baykuş gibi bekliyorum dönüşünü çok özledim oğlum seni


Bu sıralar suskun özlemlerim var azgın nehirlerde sürüklenen
Bitmeyen kavgalarım var duvarlarda biriken
Bilinmezliklerim var sensizliğin boşluklarında
Çok özledim oğlum seni


Sen hiç kanının sıcaklığını içinde hissettin mi?
Kanın hiç damarlarını yaktı mı?
Sen bu satırları hiç okuma diye yazarken
İç kanama geçiriyorum sanki oğlum

Zamanın keskin dişlerinde can veriyor düşlerim
Kainat  genişlerken her geçen gün
Ve ölüme yaklaşırken adım adım
Çok özlüyorum oğlum seni..



Yazan :Fırat KAYIMTU